Öyle bir köy ki… Her gün yeni bir sürprizle güne gözlerini açıyorlar. Yaklaşık iki yıl önce bir maden çalışmasının dereyi kurutup ağaçları devirmesiyle hayat değişti. Yamaçlarına konuşlanan maden şirketi artık onlar için bir kabus. Gündelik rutinleri, toprağı çapalayıp koynuna tohumları vermek. Dağlarda inekleri otlatmak ve keçilerin çıngıraklarını dinlemek. Ve hayatları hiç de kolay değil. Şimdi hem kendileri hem de hayvanları için su derdi başladı. İyi geçirmek istedikleri bir gün aniden dönüp adeta kararıyor, morallerini yerle bir ediyor. Lice’nin Koçmarin Mezrası’nın huzuru maden bölgesinden gelen tozlarla kaçıyor. Gürültü, yörenin sessiz atmosferini bozuyor. Şirket sondaj yaparken kopan taş parçaları dere yatağına doğru yuvarlanıyor. Tarlalarda çalışan, odun toplayan, süt sağan, çamaşır yıkayan kadınlar hemen işlerini bırakıp gürültüye doğru kulak kabartıyorlar. Yüzleri asık yine işlerine devam ederken bu kez gökten bir toz bulutu iniyor. Yapraklar için kötü bir sürpriz. Biliyorlar ki o tozların yapıştığı ağaçlar seneye meyve vermeyecek.
Sulama için kullanılan akarsu yok edildi!
Madencilik, birilerine servet sağlarken, kazı yapılan yörenin insanına yoksulluk koşullarını dayatıyor. Diyarbakır Lice’ye bağlı Kılıçlı köyü, Koçmarin mezrasında yaşayan yöre insanının dertleri gün yüzüne çıktı. Buraya hakim olan dağda bakır arayan şirket yetkilileri, kendilerine alan açmak için ormanlardaki ağaçların çoğunu kesti. Bu kıyımın ardından yaklaşık 100 nüfuslu mezrada en çok mağdur olanlar kadınlardı. Çünkü tabiat zarar gördüğünde kadınların hayatı daha da tahrip oluyor. Toprağı işlemek ve her çeşit sebze yetiştirmek için en çok suya ihtiyaç duyuyorlar. Ne var ki madencilik faaliyetleri bölgedeki dereyi kuruttu. Sulama için kullanılan akarsu yok edildi! Yeraltından gelen kaynak suları onlar için bir kurtarıcıydı. Fakat o doğal suları da sondaj yoluyla çekip aldı şirket! Madenciler sanki yavaş yavaş öldüren bir sistemi hayata geçiriyorlardı! “Su olmayınca çekip giderler buradan” diye hesaplıyor, sinsi bir plan uyguluyorlar sanki…

“Niye bu yeşil vadimizi mahvettiniz?”
Bu doğa katliamına karşı bu mezrada kimsenin ses çıkarabileceğine eminim ki madenci şirket sahipleri hiç ihtimal vermedi. Ama bundan 10 gün önce sosyal medyada karşımıza bir video çıktı. Köylüler ellerinde bez pankart, “madenciler defolsun” diye bağırarak hep birlikte toprak bir yolda ilerliyorlardı. Çoğu kadındı, köyün çocukları da annelerinin yanındaydı. Sonra beyaz yemenili bir kadın konuşmaya başladı; “Doğamızda her yeri talan ettiniz, deremizi bile kurutunuz, su sıkıntısı çekiyoruz. İçme suyumuz iyice azaldı. Niye bu yeşil vadimizi mahvettiniz. Biz çiftçilik işi ile geçiniyoruz, onu da elimizden aldınız. Ağaçlarımızı kestiniz. İstemiyoruz sizi, buradan gidin. Hayvanlarımız da sizin yüzünüzden susuz kaldı. Onlara su içirmek için başka köye götürüyoruz iki saat yol teperek. Su olmayınca nasıl yaşayacağız ki”. Bu haykıran kadın bir Zaza köyünün sakini Azize idi.
“Ben başımla beraber buradayım”
Öyle sıradan konuşma değildi. “En zengin Kanada değil mi? Niye gidip kendi doğasını, yeşilini bozmuyor da buraya geliyor?” diye soruyordu Azize. Ve şu sözler de ağzından çıkıyordu. “Ben başımla beraber buradayım, öldürseler de vazgeçmeyeceğim, mücadele edeceğim, savaşacağım onlarla!” Bu haykırış, herkese bir Kızılderili bilgesini anımsattı. Yazın o yakıcı güneşinden korunmak için yemenisinin üzerine geniş kenarlı bir şapka takmıştı. Talan edilen ve “yeşil vadim” dediği o topraklar için acı çeken bu köylüyü mutlaka bulmalıydık. DEM Parti’den milletvekili Adalet Kaya’yı arayıp meseleyi anlattık. Peşinde olduğumuz o köylü kadının iletişim bilgilerini kısa sürede bize iletti bölgenin vekili Kaya.
Madencilikten değil topraktan
56 yaşındaki Azize Alan, Zaza bir kadın. İnek ve keçi besliyor, toprağı ekiyor biçiyor, çiftçilik yapıyor. Ne var ki, maden şirketinin iki yıl önce mezraya gelmesinden sonra su kaynağı kurudu! Bolca akarsu balığı bulunan köy deresi aynı zamanda gıda kaynağıydı. Azize’nin çocukları balıkla beslenebiliyordu bu sayede. Fakat ne dere kaldı ne balık. Yanı sıra bölgede hasatlarda da verim çok çok düştü. Çünkü su olmayınca toprak çorak kalmıştı. “Bizler madencilikten değil, topraktan geçiniyorduk, şimdi bu nasıl olacak” diyordu. Maden çevresindeki kadınlar yoklukla ve acılarıyla baş başa bırakılmıştı. Toprağı işleyen, besin kaynağı yetiştiren insanlar, günlük faaliyetlerinde daha fazla suya ihtiyaç duyuyordu. Önceden kuşlar başlarının üzerinde uçuyordu. Artık onlar da çekti gitti. Doğanın zarar görmesiyle hayat daha da tahrip olmuştu. Madencilerin suyu yok ettiğinden Sular İdaresi’nin haberi var mıydı? O yatağı değiştirilmiş suyu borularla tekrar köye geri getiremezler mi? Peki Tarım Ve Köyişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili bu mezraya uğramış mıydı? O kadar çok soru vardı ki…
10 kardeşin yokluk yılları
Azize Alan, küçük yaşlarından bu yana hayatında hep var olan Simalan Deresi’nin kurumasına adeta kahretmiş. Üzüntüsünü şu sözlerle anlatıyor. “O sudan ne istediler. Kuşu da, yılanı da su içerdi oradan”. Çocukluğuna, geçmişine dönüyor anlatmasını istediğimde. 10 kardeşler. 5 erkek 5 kız. Fakirlikten söz ediyor. “O zaman yol yoktu, cereyan yoktu, su yoktu. Çorba pişirirken kaynak suyu kullanırdı annem. Gaz lambası yakardık gece. Dağ başıydı, araba hiç gelmezdi. Babam atımıza biner, Lice’ye gider, bir aylık yiyeceğimizi alır gelirdi”. Baba, 10 çocuğundan sadece iki erkeği ilçe merkezine gönderebilmiş okumaları için. Ailedeki diğer üç erkek inşaatlara gitmişler, büyük şehirlerde işçilik yapmışlar. Bir gelenek, kızlar küçük yaşta, 13 olduklarında baş göz ediliyor burada. Azize de, tam o yaşta kendisini “isteyen” halaoğlu ile evlendiriliyor. Altı çocuk dünyaya getiriyor. Dördü kız ikisi erkek. Şimdi eşi kalp rahatsızlığı yaşıyor. Bir çocuk gibi ona bakıyor.

“O zaman da mağdurduk şimdi de”
Bakırın çıkarılma hazırlıkları, sondaj çalışmaları yakınlardaki yerli köylerde de korku yaratıyor. Köyün sırtını yasladığı yeşille kaplı zirveleri şimdi çorak bir alan. Yeni yasayla “Bakıra Hücum” diye bağıranlar, madenin hayatları nasıl tahrip edeceğini çok iyi biliyor. Ne var ki kar için her şey mübah. Yaşamı mümkün kılan geçimlik hasadı olumsuz etkileyeceğinden eminler! Azize çok gerilere 1990’lı yıllara dönüyor. Köy yakmalar, köy boşaltmalar dönemi. Bu mezra da o zaman “terörist” ilan edilmiş. Anlatıyor; “1990’lı yıllarda zorladılar bizi, mecbur bırakıldık, evimizden çıktık. O zaman köyümüzü, yuvamızı boşaltıp mağdur ettiler. Yıllar sonra yine geldik, köyümüze kavuştuk. Şimdi de yine susuz bırakıp buradan gitmemizi istiyorlar. Simalan dağında sondaj kurmuşlar, yeraltı kaynak sularımızı dahi kuruttular. O zaman mağdurduk şimdi yine mağduruz”.
“Ağaçlar da benim çocuklarım”
Geçmişten bugüne geliyor ve hemen içini yakan o acıyı yine paylaşıyor; “Adamlar zengin olacaklar diye buraya bakır bulmaya geldiler. ‘Ağaçlarımızı kesmeyin, biz köylüler maden istemiyoruz’ diye yalvardık. ‘Ağaç da canlı, yapmayın, onlar da benim çocuklarım’ diye çok söyledim. Ama hepsine kıydılar. Ne istediler yeşil vadimizden. Baktım her taraf dümdüz, hepsi yerlerde ağaçların. O kadar çoktular ki, yüzlerce. Koştum o maden kazısının olduğu tepeye. Çok yüksek orası, çıkamadım. Bağırdım, duyurmak istedim sesimi. ‘Neden ağaçlarımızı yok ettiniz’ diye öyle avazım çıktı ki. Tepeden üzerime taşlar atmaya başladılar. (Madenciler) Bir taş kafama gelseydi ölmüştüm! Sonra ağlayarak eve döndüm”. Lice ilçesine bağlı Akçabudak, Bayırlı, Saydamlı, Ulucak, Yorulmaz, Baharlar, Güldiken, Üçdamlar ve Hedik köyleri de aynı riskin altında. Buralarda da acımasız kazı sistemleri toprağın bağrına saplanacak…
Kadınların en önünde Azize
Koçmarin mezrası kadınları vahşi madenciliğe karşı mücadele ediyor. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali şirket tarafından suçlu sayıldılar. Bölgede doğa tahribatına devam etmek isteyen Dimin Madencilik, geçtiğimiz günlerde şirket şantiyesi önüne pankartla gelen köylü kadınları görünce açıkça ürktü. Hemen haklarında “işyeri dokunulmazlığı ihlali”, “çalışma hürriyetinin engellenmesi”, “tehdit” ve “hakaret” iddialarıyla suç duyurusunda bulundu. Beş kişi bu şikayet doğrultusunda ifade vermeye çağrıldı. Mücadelenin en önünde ilerleyen Azize de aralarındaydı. Hiç okula gitmemişti, okuma yazması yoktu. Ama içinden öyle bir bilge çıktı ki. Hakimin sorusu üzerine şöyle bir savunma yaptı: “Biz tarlalarımıza sebze ekiyoruz, onları satarak geçiniyoruz. Maden şirketi suyumuzu kuruttu artık tarlamız çorak arazi oldu. Fakiri, zengini, savcısı, hakimi hepsi faydalanıyordu besinlerinizden. Çiftçi olmasa millet yaşayabilir mi?”
Maden sahalarından gri toz bulutları yükselmeye devam ediyor. İnsanların, hayvanların ve bitkilerin üzerine ince bir örtü gibi çöküyor. Buradaki hayatı adeta alaya alan bir umursamazlıkları var bu adamların; “Size ne olursa olsun, bakır aramaya devam edeceğiz” demek istiyorlar. Sanki bu bölgelerdeki yeni düzenin sürekli bir hatırlatıcısı gibi. Köyün bilgesinin çocukluk döneminden kalma kuş cıvıltıları ve kurbağa sesleri artık yok. Koçmarin halkının meyve bahçeleri ve sebze tarlaları ölüyor. Böyle giderse yavaş yavaş yaşanmaz hale gelecek. Azize’nin bu kıyıma izin vermeye ise hiç niyeti yok!