Hepsijet kargo firması ve Hepsiburada alışveriş sitesinin Esenyurt’ta bulunan deposunda geçtiğimiz şubat ayının sonlarında 4 kadın işçi, işyerindeki cinsel tacizi ifşa ederek tek taraflı haklı fesih yapmış ve direnişe başlamıştı. Hak edişlerinin ödenmesi, işyerindeki kötü ve ağır çalışma koşullarının düzeltilmesi, cinsel tacizcinin işten çıkarılması vb. taleplerle sürdürdükleri direniş 12. gününde kazanımla sonuçlanmıştı. Tüm haklarını almış ve tacizcinin işten çıkartılmasını sağlamışlardı. Ve bu kazanımı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadın işçilere armağan etmişlerdi. Yönetim, depo içerisinde yaşanan sorunların Arnavutköy’deki depoya taşındıktan sonra yaşanmayacağını söylemiş mevcut depoda da çalışma şartlarını kısmi olarak iyileştirmişti. İşçiler de DİSK’e bağlı Sosyal-İş Sendikası’na üye olmaya başlamışlardı.
Kadın işçilerin direnişinin üzerinden yaklaşık olarak beş ay geçti ve Hepsijet bu kez 28 işçinin haklı fesih yapmasıyla yeniden gündemde. Fazla mesailerin ödenmemesi, cinsel içerikli küfürler, molalarda oturacak sandalye olmaması, hastalanıp rapor kullanan işçilerin devamsızlık primlerinin kesilmesi, depo içerisindeki toz, aşırı sıcak ve soğuklar, güvenlik aramalarının onur ve haysiyet kırıcı olması, ara zam yapılmaması, sağlıksız yemekler, işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmaması, sağlık görevlilerinin olmaması, iş kazalarında hastaneye götürülmemek, hijyen sorunları, baskı ve mobbing gibi bir dizi haklı nedenle 14 Temmuz’da çıkışlarını veren işçilerin hak edişleri hala ödenmedi. Depo yöneticilerinin “ödemeyeceğiz” açıklamaları üzerine de her gün İstanbul’daki depoların önüne giderek taleplerini yeniden yeniden dile getiren işçilerden Ayşe, Tuba ve Nergiz’le konuşarak kadın işçilerin neler yaşadığını öğrendik.
Dört kadın işçinin direnişinin etkisiyle depo içerisinde kısa bir süreliğine de olsa hijyen ve yemek sorununun giderildiğini söyleyen kadın işçiler bunun göz boyamaktan ibaret olduğunu dile getirdiler. Yeni depoya taşınmalarıyla birlikte sorunların katlandığını, baskı mobbing ve hakaretin dozunun da arttığına dikkat çektiler.
“Isınmak için çuval sardık”
Hepsijet’te yıllardır çalışan 29 yaşındaki Ayşe işe başladığı dönemde kendilerine “Pek fazla ağırlık kaldırmayacaksınız” dediklerini hatırlatıyor. Ancak öyle olmamış. Bantlarda artık beyaz eşyalara kadar, kaldırmakta erkek işçilerin dahi zorlandığı malzemeleri taşımaya çalışırken çok zorlandıklarını anlatıyor. Kamuoyuna “çözdük” dedikleri ama hala yaşadıkları sorunları sıralıyor Ayşe: “Ben dört buçuk yıldır çalışıyorum burada. Kışın soğukta, yazın aşırı sıcakta çalışıyorduk. Geçtiğimiz aylarda dört kadın arkadaşın yaptığı direnişten sonra bize vaatlerde bulundular ve ısıtma getirdiler. Bizi ısıtmadığı gibi tam tersine zarar gördük. Kışın, özellikle kasım ayında, yerler ıslakken çalıştık. Kollarımıza, bacaklarımıza çuval sararak ısınmaya çalıştık. Erkekler dahil bu şekilde yapıyorduk. Yeni depoya gittiğimizde de devam etti bu. Çalışırken yaralandığımızda bir yara bandı bile bulamıyoruz, koli bantları sarıyoruz yaralarımıza. Yemekler ben işe girdiğimden beri kötüydü. Bunu defalarca bildirdik ama en son salyangoz bile çıktı. Bir arkadaşımızın mesela bantta çalışırken, eline ağır bir demir girdi. Elini sardık hastaneye bile götürülmedi. Sevkiyat için kullanılan kamyona bindirilip gönderildi. Sonra haftalık izinlerimiz gasp edilmeye başlandı. Pazar gününü zorunlu mesai olarak tuttular, hafta içi izin kullanmaya başladık. Bizim bir haftada 40 saat dinlenmemiz gerekirken 24 saat bile dinlenmeden işe gelmek zorunda bırakılmaya başlandık. Pazar günü işe gitmediğimizde tutanak tutuluyordu, zorla mesaiye bırakılıyorduk. Kadınlar mesela, rahatsız olduğumuz zamanlar oluyordu. Defalarca izin istememize rağmen, zorlanıyoruz dememize rağmen bize çok katı bir şekilde ret cevabı veriyorlardı.”
Daha önce fabrikada Kalite Güvence Sorumluluğu işi yapmış olan Ayşe ilk defa Hepsijet’te depo işçisi olarak çalıştığını söylüyor. Haliyle farklı depolar ve kargo şirketlerindeki işçilerin çalışma koşullarıyla karşılaştırma yapamıyor.
Sendikal örgütlenme mücadelelerinin engellendiğini dile getiren Ayşe aldıkları ücretlerin geçinmelerine yetmediğine vurgu yapıyor. Kendisi bekar olmasına rağmen zorlandığını belirtirken evli ve çocuklu arkadaşlarının çokça fazla mesaiye kaldığını anlatıyor. “Mesela o arkadaşların kirasına bile yetmiyor maaşları. Çokça mesailere kalıyorlardı ama sürekli kesintilerle ellerine doğru düzgün bir para bile geçmiyordu. 26 bin lira maaş artı 2 bin lira devamsızlık primi. Bu primi kesmek için sürekli bir bahaneleri oluyordu. Rapor kullanıldığında bile kesiliyordu. Zaten kimse tam olarak prim alamadı. Biz sürekli İK’nın kapısında yatıyorduk. Bizi, ‘önümüzdeki ay yatacak, şu zamanda yatıracağız’ deyip gönderiyorlardı. Bu devirde bu maaşlarla kimse yettiremiyor gerçekten. Maaşlarımızın iyileştirilmesini istedik bir türlü düzeltilmedi. Müdürümüz Tolga Bey var. ‘Benlik bir şey değil, bölge yönetimiyle konuşulması gerekiyor’ diyordu ama bir şey de yapmadı. Biz mi gidip bölge müdürlüğüyle konuşalım yani. Şimdi de bizim taleplerimizin anlattıklarımızın asılsız olduğunu söylüyorlar. Biz yalan söylüyoruz onlara göre.”

Nefes alamadan çalışmak
Yaklaşık iki yıldır Hepsijet’te çalışan Nergiz de aynı şeyleri anlatıyor. Nergiz de daha önce fabrikalarda çalışmış. Depoda ilk çalıştığı yer burası olmuş. Bantta Ayşe ile birlikte çalışıyormuş. Yazın sıcağında koli tozuyla çalışırken pek çok insanın rahatsızlandığını ve nefes alamadıklarını o da sık sık dile getiriyor. Ancak “Özellikle bunu yazmanızı çok istiyorum” dediği güvenlik aramalarındaki haysiyet kırıcı davranışları anlatmaya koyuluyor Nergiz. Arnavutköy’deki depo giriş ve çıkışlarında bir güvenlik şirketine bağlı güvenlik görevlisi çalıştırılmadığını, depoda günlük yevmiyeci olarak çalışan işçilere arama yaptırıldığını dile getiriyor. Bu durum liyakat sorununu ortaya çıkardığı gibi işçilerin rencide olduğu çokça davranışa maruz kaldığını söylüyor.
“Dışarıda haysiyet kırıcı bir şekilde üzerimizi arıyorlardı. Bizzat başıma gelen olaylar da var. Bir keresinde girişten geçerken beni birdenbire durdu ve ‘hopp çantana bakmadık’ dedi. Ben de bu şekilde aranmak istemediğimi söylediğimde kabul etmedi. Yine bir erkek arkadaşımıza ‘üstünü arayacağım, nerden bileyim senin hırsızlık yapmadığını, bir şey çalmadığını’ dedi herkesin içinde. Güvenlik konusunda çok rahatsızdık ama hiçbir şekilde bunu çözmediler. Arnavutköy depoda ya ruhsat alamadılar ya da başka bir şey var, bilemiyorum. Güvenlik şirketiyle çalışmıyorlar halen daha.”
Haklı fesih yapan 28 kişinin geri adım atmadığını ve ilk günkü gibi kararlılıkla her gün depo önünde buluştuklarını söyleyen Nergiz “tüm haklarımızı alana kadar devam edeceğiz” diyor. “Bizden sonra içeriye vantilatör getirilmiş, su getirilmiş, temizlik yapılmış. Eski direnişten hemen sonra da aynısını yapmışlardı. Şimdi de göstermelik olarak yapıyorlar. Şu an ikinci bir taşeron firmayla görüşüldüğünü biliyorum. Zaten yönetim kadrosu dışında kalan herkes taşerona bağlı çalışıyorduk. Şimdi de günlükçüler çok fazla. Hepsijet’te yapılan iyileştirmelerin hepsi göstermelik. Sendikayı da engellemek için oyalıyorlar aslında” diyerek içerdeki işçilere uyanık davranmaları tavsiyesinde bulunuyor.
“Oğlumu okuldan aldım”
Tuba Hepsijet’teki çalışma koşullarından, düşük ücretlerden en fazla etkilenen kadınlardan. Üç çocuk annesi Tuba 37 yaşında. Eşiyle birlikte yıllardır Hepsijet’te çalışıyor. Üç vardiya çalıştığı için yıllarca çocuklarını çocuklarına emanet ederek gidip gelmiş işe. En küçük çocuğu bugün 8 yaşında. İşe başladığında daha küçüklermiş haliyle. Ev kredisi, pandemideki işsizlik, gündelik yaşamı çevirmeye çalışırken yapılan borçların altından kalkamadıkları için biraz da tercih etmek zorunda kalmış burayı. Aynı zamanda evine yakın olduğu için tabi. Çünkü çocukların başına bir şey geldiğinde evine ulaşmak daha hızlı olacakmış. Bu korkuları nedeniyle bugün 17 yaşında olan oğlunu okuldan almak zorunda kalmış. Büyük oğlu evde kardeşlerine bakıyor. Böyle bir kararı vermenin kolay olmadığını ses tonundan dahi anlıyoruz. “Ne yapayım başka çaremiz yoktu” diyor, mahcup.
Anlatmaya devam ediyor Tuba: “Eşim bel fıtığı oldu, bir ara korona da oldu. Uzun süre işsiz kaldı, biz bayağı yıprandık. Kredi borçlarımız vardı. Ben de hani destek amaçlı yardım edeyim dedim işe başladım. Oğlumu da bu yüzden işten çıkarttım. Dedim ‘sen çocuklara bak biz ikimiz çalışalım. Hani millet borcunu isteyip duruyor ya gidip onların borçlarını verelim.’ Borçlardan dolayı ben çocuklarımı evde tek başına bırakıp çalışıyordum ne yapayım?”
Çalıştığı dönemde hep bir koşuşturmaca içerisinde olduğunu dile getiriyor Tuba. Direniş günleri de rutini değişmemiş. Kendisinden dinleyelim:
“Evdeki işleri, o yorgunlukla eve gelip ben yapıyordum. Hani üç vardiyadır ya, saat 16.00’da işe gidecem 24.00’te gelecem. Dörde kadar ben hep saniyelerle yarışıyordum. Çocuğu okula götür, gel yemeği yap, temizliği yap. Ondan sonra çocukları birbirine bırakıp işe gidiyordum. Direniş alanına da evdeki işleri bitirerek gidiyorum. Ama bugün gitmedim mesela. Burun ameliyatı oldum, yedi ay geçti hala iyileşmedi. Burnumda kıkırdakta yamukluk vardı. Ameliyat oldum 20 gün rapor verdiler yetmedi. Tam iyileşmeden çalışmaya başladım. Müdüre yıllık iznimi vermesini istedim ki evde dinleneyim biraz daha. ‘Kendimi iyi hissetmiyorum’ dedim ama dinlemedi. ‘Doktor sana rapor versin’ dedi ama o zaman da primi kesiyorlar. O halimle işbaşı yaptım. Burnum sızlıyordu, ayakta duramıyordum. O halimle yemin ederim en ağır bölgeye verdiler beni. Böyle büyük kolileri raftan peş peşe kaldırıp atıyordum. Bu ağırlık da burnuma zarar veriyordu. Karşımda çalışan kız ‘abla sen git biraz dinlen, ben şeflere söylerim gerekirse’ dedi. Gittim soyunma odasında biraz uzandım. Gözlerim kararıyordu orada uyumuşum. Niye işbaşında gidip soyunma odasında dinlenmişsin diye ustalar beni bir saat sorguya çekti. ‘Tutanak yazacağız’ dediler. Sonra doktora gittim. Burnum morarmış. Doktor ‘ağır bir şey mi kaldırdın’ dedi bana direkt. ‘Ağır işte çalışıyorum, bana hafif işte çalışır gibi yazılı bir belge verin’ dedim. O kağıdı müdüre gösterdim. Dalga geçer gibi ‘sana hafif iş nerden bulalım’ dedi. Halbuki beni yemekhaneye verebilirdi. Hiç koli kaldırmadan terminal yapabilirdim. Tam tersine beni ağır bölgeye verdiler. Acı çeke çeke çalıştım halen daha iyileşmedim. Şimdi direnişe gidiyorum ya slogan atmıyorum. Bağırmamı yasakladı doktor.”

“Korkarak çalışıyorduk”
Depo yönetiminin daha önceki direniş sürecinde verdiği sözleri yerine getirmediği için de insanların sendikalı olduğunu ifade ediyor Tuba. Dört kadın işçinin direniş boyunca ifşaladığı müdür Tolga sorunsalının çözüleceğine de inanmıyor artık. Pek çok işçi bu bıkkınlıkla sendikaya yönelmiş biraz da. Molalarda sandalye olmadığı için oturarak dinlemeyen işçilerin kölelik koşullarına mahkum edildiğini, 40 kilolara varan ağırlıkları kaldırmak zorunda kaldıklarını, depoda en son beş gün kadar su kesintisi olduğu için susuz kaldıklarını, buna bağlı olarak da temizlik yapılmadığını anlatan Tuba “Artık boğazımıza kadar geldi yani” diyerek sıralıyor ve özetliyor bugün kendilerini direniş yapmaya iten nedenleri.
“Hep çalıştım onlara kazandırdım. Sağlığımızdan olduk. Şimdi bizim hakkımıza gelince vermiyorlar. Geçen yöneticilerin olduğu deponun önüne gittik. Orada eylem yaptık. Yöneticiler camdan çıkıp gülüyorlar bize. Onlar da orada halay falan çekip dalga geçiyorlar. Orada eşim bir konuşma yaptı. Onların o halini görünce dizlerini tutup bayıldı. Ambulans geldi, hastaneye attık. İnsanlara bunu yaşatmaya hakları var mı sizce?”
“Biz o kadar ağır işler kaldırıyoruz yani yemek yemesek artık bayılıp düşeriz. Ama yemeklerden kıl çıkıyor, sinek çıkıyor, en son salyangoz çıktı. Bunlar, biz haklarımızdan vazgeçelim mi diye yapıyorlar anlamadım. İki tane tuvalet var leş gibi. Fazla mesailerimiz kesiliyor. O kadar çabalamamıza rağmen ağır eşyaları alamıyoruz. Zorlanarak kaldırmaya çalışırken bacaklarımız banta değiyor hep morluk içinde. Kaç kere statik elektrik çarpması yaşadık. Korkuyorduk ama yine de işimize devam ediyorduk.”
“Sürekli küfür ediyorlar”
“Banttan koliyi yetiştiremediğimizde, kaçağa çıktığında bize bağırıyorlardı. Kaç kere küfür yüzünden müdüre çıkıp şikayet ettim. Hiçbirine müdahale etmediler. ‘Bana isim ver’ deyip durdu müdür. Ben isimleri nerden bileyim. Günlük gelen de yapıyor herkes yapıyor. Şeflerin de ağzı bozuk, onlara bakınca ortam da bozuluyor öyle. Cinsel içerikli küfürlerden bıkmıştım artık. Bizim yanımızda öyle küfürler ediyorlar ki kulaklarımızı kapatıyorduk. Kadınlar olarak çok rahatsızdık bu durumdan. Artık alışkanlık haline getirmişlerdi, küfretmeden duramıyorlardı.”
“Hasta oldum. Hani ağır kaldırıyorum ya belimi incittim. Yeminler ediyorum bunları inandırmak için. ‘Yemin ediyorum belim çok ağrıyor, ayakta duramıyorum’ diyorum. Beni bir arabaya bindirdiler araba onlara ait değil. Hani taşımacılık için kullanılan kamyonlar var ya onlara güvenlikten gizlice çıkarıp bindirdiler. Yani biz kendi imkanlarımızla hastaneye gidiyoruz rapor alamıyoruz çünkü bizi primle tehdit ediyorlar. Şoförler de kendi cebinden hayrına götürüyorlar bizi. İşyeri karşılamıyordu.”
“Yaralanmalar olduğunda ilkyardım çantasına bakıyoruz bomboş. Kolilerde camlar oluyor, kırılıyor, ellerimiz kesiliyor. Kendimiz evden getirmemişsek yara bandı yok. Aşırı sıcaklarda tozlu ortamda çalışınca kuru öksürük tutuyordu. Havasız, susuz çalışında bir kriz geldi bana. ‘Su getirin’ dedim, su yok. Az az su alıyorlar, kime yetecek? Beş gün su kesintisi olunca tuvaletler leş gibi oldu, tuvaletlere giremedik. Valla bardağı taşıran son damla oldu. Artık yeter dedik. Bunlar bizi köle gibi kullanıyor, bilerek yapıyorlar. Bizi böyle çöl gibi bir yere götürmüşler, orada gözlerden uzak bir depoda çalışıyoruz. Kimse bizi görmüyor, sesimizi duymuyor. Ölsek kimsenin haberi olmayacak.”
Kadın işçilerle oldukça uzun sohbet ediyoruz ve daha anlatacakları çok şey var. Üçünün de bizden istediği; uğradıkları haksızlıklar karşısında verdikleri mücadelenin daha çok insana ulaşması. Hepsijet işçilerine dayatılan kölelik koşullarının duyulması, bilinmesi. Sosyal-İş’le yürüttükleri mücadelelerine verilecek desteklerle tüm haklarını alabileceklerine inanıyorlar ve “isyanımızı duyurun” diyorlar bize.
