gelsin baba, gelsin koca, gelsin yoldaş… inadına isyan, inadına özgürlük

solda erkek şiddetinin bir kavram olarak tanınması, kınanması büyük ölçüde ortak bir değer haline geldi. ancak feminizm karşıtlığı çok önemli bir ortak değer ve erkek şiddetine duyulan tepkiden güçlü olabiliyor. böylece erkek şiddeti, patriyarkadan başka aklınıza gelebilecek binbir şeyle açıklanıyor ve çözümsüz kalıyor…
Paylaş:
ayşe düzkan
ayşe düzkan
ayseduzkan@hotmail.com

tahmin etmişsinizdir, bu yazıda, özgürlük, eşitlik yolunda ortak bir davaya bağlanmış kadınların aynı davaya benimsemiş erkeklerden gördükleri, başta taciz olmak üzere şiddet vakalarını ele almaya çalışacağım.

öncelikle şunu söylemek istiyorum. genel olarak erkek şiddeti konusunda ceza ve cezanın caydırıcılığından daha etkili olanın bu olgunun ortaya çıkmasını engellemek olduğunu düşünüyorum. cezasızlığın, erkek şiddetini teşvik ettiğinin farkında olmakla ve buna karşı mücadelenin önemini görmekle birlikte, şunu da hatırlatmak istiyorum. mücadelemizin bununla sınırlı kalması, başta angela davis olmak üzere birçok feministin “hapis feminizmi”[1] olarak tanımlayıp eleştirdiği, cinsiyete dayanan sorunlara ağırlaşan hapis cezalarının çözüm olacağı fikrine uygundur ki buna yönelik eleştiriler bence haklı.

sadece feminizm içi bir tartışma açısından da değil, bundan çok daha önemlisi, suç oluşmadan, travma yaşanmadan engellemek, suçluyu cezalandırmaktan, travmayı iyileştirmeye çalışmaktan daha doğru bir yaklaşım.

kendimi tekrar etme pahasına hatırlatayım. erkek şiddeti patriyarkanın ta kendisi değil, onun sürmesini sağlayan olgulardan biri. bununla mücadelenin iki temel yolu var. birincisi kadınların -her türlü- güçlenmesi, ikincisi erkeklerin egemenliğinin[2] sınırlandırılması. ikisinde de hukukun rolü var ama ilk sıralarda değil. kadınların ücrete erişimi, aileye mahkum olmaması, elinden alınmış iki hakkı yani itirazı ve itaat etmemeyi kazanması gibi onlarca şey var; bunlar için şarkılardan dizilere çeşitli ideolojik araçların etkisi de büyük.

erkeklerin egemenliğinin, giderek ortadan kalkacak şekilde sınırlanmasında da ideolojik araçların rolü büyük. ama kadınlarla erkekler arasındaki çatışmaya politik araçlarla müdahale edilmesinin de çok büyük dönüştürücü gücü var. ama şunu unutmayalım, ideoloji, geniş kitlelerce benimsendiğinde maddi bir güç haline geliyor ki feminizmin mevcut gücü bunu başarabilmiş, evlere girebilmiş olmasında.

ama bu yazıda erkek şiddetini daha spesifik bir alanda ele almaya çalışacağım. bu, sol örgütler, sendikalar, dernekler vb.’deki erkek şiddeti vakaları.

insanların, en azından bir ön kabul olarak ortak değerlere sahip olduğu bu alanlarda erkek şiddetinin sınırlanmasının daha kolay olacağını düşünebiliriz. ama maddi toplumsal gerçeklik soyut değerlerden kolay kolay etkilenmiyor, erkek şiddeti, zaman zaman toplumun geri kalanında yaşananlardan farklı biçimler de dahil olmak üzere bu yapılarda pekala yaşanıyor.

altını çizmek istediğim bir başka nokta var. erkek şiddetinin önlenmesi sadece “feminist” bir mesele değil sola dair bir önceliktir de. bir halk, halklar devrimci, solcu diye bildikleri ve birçok olumlu değer atfettikleri insanlara çocuklarını emanet ediyorsa bu güvene layık olmak gerekir. politik faaliyetleri sebebiyle muhtemel ki başka travmalar da yaşayacak olan kadınların, bir de yoldaşlarının şiddetinin travmasına maruz kalmaması gerekir. zaman zaman bir öncelik olarak öne sürüldüğü için diyorum, bu söz konusu yapının itibarından daha önemli, daha fazla önemsenmeli.

sendikalarda iş kolay

çünkü sendikalar toplu sözleşme süreçleriyle işyerlerindeki ortamı ve ilişkileri şekillendirme imkânına sahip. erkek şiddetinin sözleşmelere girmesi sendikaların eğitim çalışmalarının konularından biri olması sendikanın ortak kültürünün parçası da olması demek. bunun sağlayacağı büyük imkânlar var. yeter ki konu samimiyetle ele alınsın.

feministlere laf yetiştirmekten…

solun ideolojik tercihlere dayanan bir tür politik haritası var; o haritada dem de, sosyalist gruplar da, anarşistler de, hatta chp de yer alıyor. haritanın bir ucunun diğer ucuyla doğrudan teması yok ama her topluluğun yanındakiyle teması olduğu için, bir tür etkileşim var. bu haritanın tamamının paylaştığı değerler az ve genellikle simgelerden oluşuyor. erkek şiddetinin bir kavram olarak tanınması, kınanması büyük ölçüde ortak bir değer haline geldi. ancak bu haritanın önemli bir kısmı için feminizm karşıtlığı çok önemli bir ortak değer ve erkek şiddetine duyulan tepkiden güçlü olabiliyor!

böylece erkek şiddeti, patriyarkadan başka aklınıza gelebilecek binbir şeyle[3] açıklanıyor ve çözümsüz kalıyor. oysa bir erkeğin solcularla tanışır tanışmaz, “burada kadınlara farklı davranılır” fikriyle karşılaşması, bunun seminer, eğitim, sohbet vb. süreçlerin parçası, konusu olması gayet mümkün.[4] ama solun önemli bir kısmı cinsiyet mevzuunda, kuramsal açıdan feminizmi konuşmayı tercih ediyor.

erkeklerin feminizmle mutlak bir uyum içinde olmasını gerçekçi bulmam ama kendisine tanınan şiddet hakkından vazgeçmek için buna gerek yok. ancak dikkate değer sayıda solcu erkekteki feminizm karşıtlığı, o haktan vazgeçme mecburiyetinin önüne geçiyor. kadınlar kendi kurtuluşları, farklı çözümleri benimseyebilir ama erkeklerin güçlü bir feminizm karşıtlığını benimseme hakkı yok! çünkü konu toplumsal, kuramsal değil.

burjuva hukukuna güvenmemek

hukuka güvenmemekle ona bir araç olarak başvurmak farklı şeyler. burjuva-erkek hukukuna güvenmeyen ve insanların hırsızlık yapmasının toplumsal sebeplerinin farkında olan binlerce insan evlerine hırsız girdiğinde polise başvuruyor. bunda bir çelişki yok. çünkü o insanların da ihtiyacı olan kovuşturma ve ceza tekeli devletin elinde. muhalefet olarak yasaların değişmesi için mücadele ediyoruz, feministler ve dostları 6284 sayılı yasa için mücadele verdi. 15-16 haziran direnişi sendika yasasındaki bir değişiklikle ilgiliydi.

burada bir parantez açıp hatırlatayım: mevcut hukukun devrimcilere, direnişçi işçilere, muhalif gazetecilere, yazarlara -bugünün özel koşulları olmadığında bile- haksız yere ceza verdiğini biliyoruz. ama hukuk “erkekler”e[5] böyle davranmıyor, hak ettikleri cezayı almaları için genellikle bir mücadele yürütmek gerekiyor.

kendi hukukunu uygulamak

hukuk, sadece bir karar verme mekanizması değil. soruşturma, yakalama ve cezalandırma işlevi de var. bu süreçlerin adil, insanlığa yakışır bir biçimde yürütülmesi için onlarca yıldır mücadele veriliyor.

herhangi bir topluluk, erkek şiddeti konusunda kendi hukukunu işletebilir mi?

bir süreç başlatılması konusunda bir kadının/kadınların beyanı yeter. masumiyeti ispatlama zorunluluğu zanlıdadır. çünkü bu tür suçlar genellikle iki kişi baş başayken işlenir ve şahit, kanıt bulmak zordur. soruşturma süreçlerinin adil yürümesi başlı başına bir mesele. kamuoyuna yansıyan vakalarda erkeklerin hatırlı bir “tanıdık” bulabildiklerini, daha önemlisi siyasal yetkinlikleri sebebiyle kayırıldıklarını duyduk. yani erkekler böyle bir suç işlediklerinde, canlarının sıkılacağını tahmin ediyor ama işin içinden çıkabileceklerini de kestirebiliyor.

ikinci önemli nokta ceza. bir insanı bulunduğu yapıdan, ortamdan uzaklaştırmak ceza olabilir mi? belki ama bunun devletin verdiği cezalardan dahi daha hafif olduğu da su götürmez. yani sol bir grupta erkek suçu işlemek, başka bir alanda aynı şeyi yapmaktan daha “avantajlı”, bunun bir sorun olduğunu düşünüyorum. diğer yandan, suçlunun bir topluluk tarafından şiddete maruz bırakılması kategorik olarak işkence, benimsenmesi düşünülemez. birçok kadının, topluluğun, örgütün güvenliğini düşünerek kolluğa başvurmadığını biliyorum, çeşitli ilişkilerin kolluğa yansıtılmasının ortaya çıkaracağı zorlukları tabii ki görüyorum ama önleyici politikalar bütün bu sebeplerle daha da önemli değil mi?

bu zorluklar karşısında kendisini çaresiz hisseden şiddet görmüş kadınların teşhir aracına başvurduklarına şahidiz. bunun sosyal medya üzerinden yapılması bence sorunlu. bu #metoo’nun bir versiyonu değil. #metoo’nun iki biçimi ya da işlevi var, ilki çok güçlü olduğuna inanılan bir kadının erkek şiddetine uğradığını açıklayarak benzer şeyler yaşamış başka kadınların kendilerini suçlamalarını, utanmalarını engelleme çabası. ikincisi, binlerce, milyonlarca insanın tanıdığı, değer verdiği bir erkeğin bu suçu işlediğinin, onu tanıyanlar tarafından bilinir olması, itibarının tehlikeye girmesi. 

ama tanınmış olmayan erkeklerle ilgili ifşanın onu tanımayanlara ulaşmasının işlevi ne? örneğin afyon’da yaşayan x örgütüne mensup bir üniversite öğrencisinin sevgilisini dövdüğünü benim de bilmem nasıl bir sonuç verir? bunun, örneğin üniversite kantinindeki bir panoda, whatsapp gruplarında yani tarafları tanıyanlar arasında paylaşılması yeterli ve daha etkili bence.  konunun sosyal medyanın gündelik gündemine düşmesi, tarafları hiç tanımayan, durumdan tam olarak haberdar olmayan insanlar çeşitli beyanlar[6] aracılığıyla aşina oldukları konu hakkında fikir yürütme ihtiyacı duyuyor, bu aynı zamanda kadını da yıpratan bir kurbanı suçlama sürecinin başlamasına sebep oluyor. taraflar o meşhur deyişteki gibi, “15 dakikalığına ünlü oluyor” ama sorun çözülmüyor. o arada, kolluktan esirgenen bilgiler de saçılıyor tabii.

ne etti bu feministler size

mevcut toplum içinde bir araya gelen, o toplumsallıkla sarmalanmış, o toplumun içinden çıkmış insanların oluşturduğu bir örgütün, bir komünün içinde yeni hayatın filiz vereceğine falan inanmıyorum. ama nasıl ki insanların kapitalizmle, milliyetçilikle ilgili fikirleri değişebiliyorsa, cinsiyetle ilgili fikirlerinin değişmesi de mümkün. cinsiyetle ilgili fikirler derken, zinhar cinsellikten bahsetmiyorum, en azından sadece cinsellikten bahsetmiyorum. erkeklerin kadınları, kendilerine hizmet edecek kişiler ve arzu nesnesi olarak görmekten vazgeçmeleri kolay bir şey değil. ama imkânsız da değil. patriyarkanın erkeklere atfettiği özelliklerin yüceltildiği bir kültür de erkeklerin geldikleri gibi kalmasına sebep oluyor, örneğin. bunun -tekrar edeyim- feministlerle teori tartışmaktan, onları mahkum etmekten daha önemli olması gerektiğini düşünüyorum ve feminist olmasaydım bile böyle düşünürdüm.

ya kadınlar?

kadınlar için en önemlisi, “hayır” deme gücü. özgürlükçü olmamakla ya da başka şeylerle suçlanmaktan, terk edilmekten, sevilmemekten ve daha bir sürü şeyden çekinmeden, kendini ifade edebilmek, istemekle de, istememekle de barışık olmak. 

erkekler yoldaşımız, yol arkadaşımız, dava arkadaşımız olabilir ama bütün bunlar aramızdaki çelişkiyi, egemenlik ilişkisini ortadan kaldırmaz. tedbir, teslimiyet ya da uzlaşma değildir. her erkek karşısında tedbirli olmak her kadının hakkı ve kendisine karşı sorumluluğu.

erkek şiddetiyle karşılaştığımızda, -tercih ettiğimiz- hukuka başvurmak, erkekle asla muhatap olmamak, süreci güvendiğimiz birkaç kadınla paylaşmak ve başımızdan geçeni aktarırken soyutlamalara başvurmayıp olup biteni en somut haliyle anlatmak en doğrusu oluyor. yani örneğin, “duygusal şiddet” ifadesini kullandığınız zaman bu onlarca farklı anlama gelebilir: “çok şişmanlamışsın, yeme sen” demiş olması, aranızda böyle bir sözleşme olmadığı halde en yakın arkadaşınıza kur yapması, özgüveninizi kıracak şekilde konuşması, birden ortadan kaybolması…. bunlar hep duygusal şiddet kategorisinde ve ama ağırlıkları ve hak ettikleri müdahale yöntemi farklı.

son olarak şunu söylemek istiyorum. erkeklerle aynı alanda bulunan kadınların birlikte konuşmaları gereken ilk şey erkek şiddetiyle mücadele, bütün tüzüklerin en önemli maddesi erkek şiddetiyle ilgili. çünkü kadınların ve lgbti+’ların mücadelesini benimsemek, onların eylemlerini takdir etmeyi değil, fikirlerini, öngörü ve önerilerini anlamayı ve içselleştirmeyi gerektiriyor.


[1] Ing. carceral feminism
[2] Ben patriyarkayı bir üretim biçimi, erkek egemenliğini de bir yönetim biçimi olarak tanımlıyorum.
[3] kapitalizm bunların arasında ön sıradadır ama ahlaksızlık gibi ifadelere de hâlâ rastlanabiliyor.
[4] kürt kadınların benzer yöntemlerle çok önemli sonuçlar aldığını biliyoruz.
[5] burada erkek olmalarından kaynaklanan sebeplerle suç işlemiş erkekleri kastettiğim açıktır sanırım.
[6] çünkü genellikle erkek tarafı da boş durmayıp bir açıklama döşeniyor.

Fotoğraf: https://www.rollingstone.com/culture/culture-news/international-womens-day-socialist-feminism-history-805213/
https://www.idcommunism.com/2016/11/kke-role-of-communist-party-in-struggle.html

Paylaş:

Benzer İçerikler

kadınların giyimine devletin müdahalesi kabul edilemez. ama devletin karışmadığı kıyafetler de kadınların kararı olmayabilir. bir şirketin, elemeler düzenleyerek bir araya getirdiği kadınlarla kurduğu manifest’in ne giyeceğine müzik endüstrisi karar verir gibi geliyor bana
“bu kadar düşmanlık karşısında korkmak hakkımız, her durumda “yanlış anlama”, “aklımıza kötü bir şey getirme” hakkımız var, haklarımızı bilelim, onlardan vazgeçmeyelim, unutmayalım; her erkek yapmıyor ama yapanların hepsi erkek.”
“Patriyarka, devlet politikaları ve hukuktan ibaret değil. bunlardan çok daha fazla, toplumsal kurallarla şekilleniyor. Örtü de dahil olmak üzere kadın giyiminin politikleşmekten uzaklaştırılması bence ilk hedef. Kaldı ki, kadınların sadece toplum içinde makbul sayılmak için değil, iktidara yakın görünmenin avantajlarından yararlanmak için de örtündüğü bir dönemdeyiz.”
patriyarkanın yıkılmasından bahseden yol arkadaşlarımız var. Bu tanıma katılmıyorum. patriyarka yıkılmayacak, çözünecek ve sönümlenecek. “yıkılma” -tarihsel- bir anda gerçekleşecek siyasal bir devrimin sonucu olabilir. çözünme ise bir süreci ifade eder. o sürece politik müdahalemiz nasıl olabilir? ayşe’nin önerilerine kulak veriyoruz.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!