Hemen her gün zorunlu ziyaret ettiğimiz yüzlerce marketin kapısından içeri girdiğimizde raflardaki düzen, kasadaki hız, sevkiyatların zamanında açılması bize sıradan görünüyor. Ama o düzenin arkasında kadınların görünmeyen emeği, omuz ağrıları, gece yarılarına kadar süren vardiyalar var. Birkaç hafta önce zincir marketlerde çalışan kadın işçilerin, aşırı çalışmaya bağlı olarak bayılıp düşmeleri, ağır iş yükü nedeniyle de geçirdikleri iş kazalarının videoları art arda internete düşmüştü. Binlerce insanın belki de ilk defa fark ettiği vahşi çalışma koşullarını mağaza market işçisi kadınlardan dinleyelim derken yolumuzun kesiştiği kadınlara kulak veriyoruz.
Neval, Melda, Sumru ve Sunay… Onlar zincir marketlerde çalışan binlerce kadından sadece dördü. Hepsi farklı şehirlerde, farklı şubelerde çalıştı. Ama hikâyeleri birbirine benziyor: ağır yükler, tükenmiş bedenler, mobbing, düşük ücretler ve sürekli tehdit edilen iş güvenceleri…
Sektörde örgütlenme çalışması yürüten Sosyal-İş Sendikası Mağaza-Market Komisyonu Üyesi Gülbin Demirel de Kadınİşçi’ye görüş bildirirken sınıf kinimizin tetiklendiği videoların buzdağının görünen yanı olduğunu dile getirdi.
Patronların bitmeyen kâr hırsı
Yaklaşık üç ay önce çalıştığı zincir marketten ayrılan, kıdem ve ihbar tazminatının ödenmesi için dava açan Neval anlatıyor ilk önce:
“Kasaya oturduğumda müşteriler benden hep güler yüz bekliyor. Ama kimse bilmiyor ki sabah altıda markete girip tonlarca koliyi raflara taşımış oluyorum. Müşteri eline poşetini alıp gidiyor, ben sırtımdaki yükle kalıyorum… Depoya gelen tonlarca ürün vardı. Normalde üç kişiyle açılması gereken sevkiyatı bazen ben tek başıma açtım. Paletleri çek, ürünleri taşı, raflara diz… Belimden aşağısı hâlâ ağrıyor.” Neval’in anlattığına göre, sabah açılıştan gece kapanışa kadar mağazanın her işi birkaç kişinin omzuna yükleniyor.
Röportajı saat 22.00’de yaptığımızda bir yandan da kasa kapanışını yapmaya çalışan Melda da yaşadıkları sorunların çözümüne dair öneriler ekleyerek anlatmaya başlıyor:
“Marketin düzenini herkes görüyor ama bizim bedenlerimizin düzenini kimse sormuyor. Belim, dizim, bileğim sürekli ağrıyor. Yorgunluğumu eve de taşıyorum. Evde çocuk bekliyor, yemek bekliyor kimin umurunda. Görünmez emek işte tam da bu. Raf taşıma ve ağır yük işleri paylaştırılsa, sürekli aynı kişilere yüklenilmese biraz daha rahat olur.”
Patronlar için önemli olan tek şey, ürünün zamanında rafta olması. İşçinin sağlığı, güvenliği, dinlenip dinlenmediği umurlarında değil. İşçiler çoğu zaman mola hakkını bile kullanamıyor. Dinlenmek, nefes almak lüks sayılıyor. Yaşadıklarını, “Üç kişinin yapacağı işi tek başıma yaptığım günler oldu. Müdüre söyledim, ‘Hızlan biraz’ dedi. Yani senin sağlığın umurlarında değil. Onlar için tek şey var: ürün rafta mı değil mi? Benim belim kopmuş, ayağım burkulmuş, umurlarında değil” diyerek anlatan Neval’in ardından Sumru da aynı konuyu dile getiriyor. Sumru ile instagramda yorgunluktan bayılıp düşerken kafası kasaya çarpan kadın işçinin videosuna yaptığı yorumu görerek iletişime geçtik. Yapacağımız haberin içeriğini anladıktan sonra bizi kırmayarak yıllardır çalıştığı bu sektörde karşılaştığı haksızlıkları bir nefeste anlattı.
“Ben şeker hastasıyım. Uzun vardiyalarda ayağım şişiyor, başım dönüyor. ‘Biraz dinleneyim’ dediğimde ‘Kasada müşteri bekliyor’ diye azar işitiyorum. Patronların gözünde biz insan değiliz, sadece raf dolduran elleriz. Zaten markette çalışırken şeker hastası olmuştum. O kadar strese mobbinge vücudumun verdiği tepki bu oldu diye düşünüyorum. Kadın işçiler için vardiya sayılarının azaltılmasını, özellikle kronik hastalığı olan işçilere sağlık gözetimi yapılması gerekiyor. İnsanca çalışmamız için önce sağlığımızı tanısınlar.”

Cinsiyetçi ücret eşitsizliği
Marketlerde “kadın erkek eşittir” deniyor. Ama bu eşitlik sadece ağır iş yükünde geçerli. Ücretlere gelince kadınlar hâlâ daha düşük maaşlarla çalıştırılıyor, terfilerde geri plana itiliyor. Melda, aynı işi yaptığı erkeğin kendisinden yüksek maaş aldığını öğrenmesiyle yaşadığı şoku ve müdürünün verdiği cevabı hâlâ unutamıyor:
“Erkek bir arkadaşım benden sonra işe başladı, aynı işi yapıyorduk. Bir gün yanlışlıkla bordrosunu gördüm; benden yüksek maaş alıyordu. Sordum müdüre, ‘O depo işinde, ağır iş yapıyor’ dedi. Benim yaptığım iş hafif mi? Sekiz saat ayakta dur, müşteriyle uğraş, kasa kapat. Ama kadınsan kolay iş sayılıyor. Hakkımı sorduğumda ‘Sen zaten kasadasın, kolay iş yapıyorsun’ dediler. Oysa kasada sekiz saat ayakta durmak kolay mı?”
Sunay da bu konuda oldukça dertli ve haklı olan kadın işçilerden. İki çocuğuyla tek başına yaşam mücadelesi veren Sunay kültürel ve siyasal olarak da oldukça donanımlı bir işçi. Ancak bu donanımı kadın olduğu için görünmezleşmiş.
“Ben yıllarca aynı şubede çalıştım. Terfi bekledim. Erkek bir çalışma arkadaşım üç ayda sorumlu oldu. Beni de ona ‘yardımcı’ yaptılar. ‘Senin sesin daha yumuşak, müşteriye sen bak’ dediler. Yani kadın olunca otomatikman geri plana atılıyorsun.”
Cinsel taciz ve mobbing: ‘Hep yanlış anlaşılmalar’
Ağır iş yükünün yanı sıra kadın işçiler, müdürlerin ve erkek çalışma arkadaşlarının tacizine, mobbingine de maruz kalıyor. Yaşadığı tacize kendi stratejik yöntemiyle karşılık verdiği için mobbinge maruz kalan Sumru’nun anlattıkları tanıdık, bildik.
“Depoda tek başıma ürün dizerken müdür omzuma elini koydu. Kulağıma eğilip, ‘Sen bu işi erkeklerden bile iyi yapıyorsun’ dedi. Tüylerim diken diken oldu. Uzaklaştım, suratımı astım. Ertesi gün bana ceza gibi reyon değiştirdiler. Bu sefer de en ağır ürünlerin olduğu bölüme gönderdiler. Yani ses çıkarırsan cezalandırıyorlar.”
Kadın işçiler hem tacize uğramamak için strateji geliştirmek zorunda kalıyor, hem de uğradıkları tacizi dile getirdiklerinde mobbingle karşılaşıyor. Onlara dayatılan sessizliğe direnenlerden biri olan Neval de başka bir olay hatırlıyor:
“Kasada çalışırken müşterinin biri sürekli laubali konuşuyordu. ‘Ablacım gül biraz, güzelsin’ dedi. Rahatsız oldum, şikâyet ettim. Müdür bana, ‘O müşteri iyi biridir, sen yanlış anlamışsındır’ dedi. Yani tacizi yapan korunuyor, biz susturuluyoruz.” Neval, taciz ve mobbing şikâyetleri için bağımsız bir kurul kurulmasını, bu kurulda işçi temsilcilerinin yer almasını istiyor. “Kendi müdürüne şikâyet edince üstü kapanıyor. Bizim sesimizden başka güvenilecek merci yok” diyor.

Ağır çalışma şartları ve bitmeyen iş yükü
İş kazaları rapor edilmesin diye baskı yapılıyor. Hastaneye gitmek isteyen işçilere “isim verme, marketin adı geçmesin” deniliyor. Böylece kadınların yaşadığı meslek hastalıkları ve iş kazaları görünmez kılınıyor. “Market işi hafiftir” diyenlere karşı da birkaç kelam etmek istiyor Melda:
“Günde iki ton ürün taşıdım ben. Koliler, paletler, meyve kasaları… Bazen kaldırırken belimden ses geldiğini duydum. Ama bırakmak yasak, yavaşlamak yasak. Çünkü kamerada izliyorlar.” Devam ediyor: “Bir gün iki ton ürün geldi. Normalde dört kişi açmamız lazım. Ama üç kişi vardık. Kolileri dizdikçe diziyoruz, paletleri çekiyoruz. O kadar yoruldum ki gece eve gidince ellerimin titremesinden yemek yiyemedim. Ertesi gün yine işe gitmek zorundasın. Çünkü ‘rapor alırsan yerine adam buluruz’ diyorlar.”
Sürekli ayakta durmak, ağır yük kaldırmak, hızlı tempo, müşteri baskısı… Bu şartlar kadın işçilerin bedenini hızla tüketiyor. Ama işçiler yorgunluklarını eve de taşıyor. Dinlenmeye vakit yok, çocuklarına, kendilerine, hayata zaman kalmıyor. Bu konuda diğer kadın işçiler gibi Sunay’ın da acı deneyimleri olmuş: “Paleti kaldırırken omuzdan ‘çat’ diye ses geldi. O an kolum uyuştu. İş bırakmayı aklıma bile getiremedim, çünkü iş yetişmek zorundaydı. Sonra hastaneye gittim, ‘kas yırtılması’ dediler. Ama market ‘senin hatan, dikkatsizlik’ diye üstünden attı. Çalışamaz hale geldim… Depoya palet geldi. İki kişiyle taşınacak şeyi tek başıma sırtlandım. O sırada dengemi kaybettim, paletin altında kaldım. Sol kolumdaki kaslar koptu, doktor ‘bir daha eskisi gibi kullanamazsın’ dedi. Ama müdür olayı ‘sen dikkatsiz davrandın’ diyerek üzerime yıktı.”
Kadın işçiler depoda makine desteği, palet kaldırma araçları, iş güvenliği eğitimleri talep ediyor. “Her yükü bedenimizle kaldırmak zorunda değiliz. Teknoloji var, ama bize vermiyorlar,” diyorlar.
Kadın meslek hastalıkları ve iş kazaları
Neval regl dönemlerinde yaşadığı sıkıntıları gizlemek zorunda kaldığını söylüyor:
“Adet ağrısı yüzünden kasada oturamıyorum bazen. Ama izin vermiyorlar. ‘Burası işyeri, özel meselelerini dışarıda bırak’ diyorlar. Kadın olduğumuzu yok sayıyorlar. Regl, menopoz, hamilelik… Bunların hiçbiri işyerinde yokmuş gibi davranıyorlar.”
Sumru da şunu ekliyor:
“Gece vardiyalarında gözüm kararıyor. Şekerim düşüyor. Bir keresinde bayıldım. Beni ayıltıp kasaya geri gönderdiler. ‘Rapor alma, yoksa eksik yazılır’ dediler. Benim sağlığım değil, kasadaki para önemli onlar için.”

Dinlenmeye zamanları kalmıyor
Zincir mağaza ve marketlerde çalışan kadın işçilerin iş dışında hayatı neredeyse yok. Sabah açılışta girip gece kapanışta çıkanlar, vardiya bitince ev işlerine, çocuk bakımına koşturuyor.
Sumru, “Marketten eve geldiğimde yemek yapacak hâlim kalmıyor. Ama çocuklar aç. O yüzden kendi açlığımı unutup onlara hazırlıyorum. Sonra sabah yine işe gidiyorum. Dinlenmek diye bir şey yok” diyor.
Sunay da evdeki işleri, bakım yükünü anlatırken “Ahh ahh hiç sorma” diyerek devam ediyor anlatmaya: “Marketten çıkınca eve gidiyorum. Ama orada da işler var. Çocuk aç, ev dağınık. Yemek yap, temizlik yap. Bazen gözüm kapanıyor, çocuk ‘anne oyun oynayalım’ diyor. Yüreğim parçalanıyor. Çünkü işten arta kalan tek şey yorgunluk.”
Melda da aynı noktaya değiniyor:
“Hafta sonu diye bir şey yok. Market hep açık. Tatil gününde bile çağırıyorlar. Dinlenmeye vakit kalmıyor. Kendimize vakit kalmıyor. Markette çalışan kadın işçi olmak demek hayatının sadece marketle ev arasında tükenmesi demek. Haftada iki gün kesintisiz izin, fazla mesailer gönüllü olsa diyorum. Dinlenmek lüks bizim için.”
Dedikodu politiktir
Neval gülümseyerek söylüyor fısıldaşmaların ve dedikodunun da politik bir yanı olduğunu:
“Biz kendi aramızda çok konuştuk. Dertleşirken fark ettik ki hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz. O zaman anladık ki sorun bizde değil, düzende. Ve bu düzen değişmeli.”
Sumru ise daha bir umutlu sanki:
“Bizi susturmak istiyorlar. Ama biz konuşmaya başladık. Her anlattığımız hikâye başkasına cesaret veriyor. Görünmeyen emek görünür olunca patronlar da korkacak.”
Bütün bu hikâyeler aynı yere çıkıyor: Zincir marketlerde kadın işçilerin hikâyesi sadece market meselesi değil; bütün bir toplumun kadın emeğine nasıl baktığının aynası. Raflardaki düzen, kasadaki hız, reyonlardaki ürün bolluğu aslında kadınların yorgun bedenleriyle, sakatlanmış kollarıyla, sessizleştirilmeleriyle mümkün oluyor.
Ama bu sessizlik kalıcı değil. İşçiler birbirlerine deneyimlerini anlatıyor, dertlerini paylaşıyor, sendikalarda örgütlenmeye çalışıyorlar. Bir yandan da “Bizim taleplerimiz çok açık: eşit ücret, insanca vardiya, kadın sağlığını gözeten bir işyeri, tacize ve mobbinge sıfır tolerans. Bunları alana kadar susmayacağız. Biz kadın işçiler ayağa kalkınca hiçbir patronun uykusu rahat olmayacak” diyor ve taleplerini sıralıyorlar.
- Ağır işlerin paylaştırılması, kadınlara sürekli yüklenilmemesi
- Vardiya sayılarının azaltılması, kronik hastalığı olan işçiler için sağlık gözetimi
- Eşit işe eşit ücret, şeffaf terfi kriterleri, bordroların açık olması
- Taciz ve mobbing şikâyetleri için bağımsız kurul, işçi temsilcilerinin sürece katılması
- Depoda makine desteği ve iş güvenliği araçlarının sağlanması
- Regl izni, hamilelikte hafif işlerde çalışma, düzenli sağlık taraması
- Haftada en az iki gün kesintisiz izin, fazla mesainin gönüllülük esasına dayanması

“Mücadele toplumsal cinsiyet perspektifiyle yürütülmeli”
Sosyal-İş Sendikası Mağaza-Market Komisyonu Üyesi Gülbin Demirel
Türkiye’de hizmet sektörünün büyük kısmını kadın işçilerin oluşturduğu mağaza ve marketlerde ağır çalışma koşulları, güvencesizlik ve işçi sağlığı ve güvenliği ihlalleri ciddi bir sorun olarak öne çıkmaktadır. Kadın işçiler kapasitelerinin çok üzerinde yük kaldırmaya zorlanmakta, bu durum regl düzensizliklerinden düşük yapmaya kadar ciddi sağlık problemlerine yol açmaktadır. Eksik personel nedeniyle üç kişinin işini tek başına yapmak zorunda kalan kadın işçiler, “yavaş çalıştıkları” gerekçesiyle mobbinge uğramakta veya sağlığını riske atmak ya da işten ayrılmak ikilemiyle karşı karşıya bırakılmaktadır. Müşteri odaklı anlayışın sonucu olarak kadınlar taciz ve şiddete de maruz kalmakta; patronlar ise bu durumlarda sorumluluk üstlenmeyerek işçiyi yalnız bırakmaktadır.
Sosyal-İş Sendikası, mağaza ve marketlerde yoğun olarak çalışan kadın işçilerin yaşadığı bu özgün sorunları sendikal gündeme taşımayı önemli bir görev olarak görmektedir. Kadın işçilerin taleplerini doğrudan kendi iradeleriyle belirlemelerini önceleyen sendika, farklı ilçelerde komisyonlar kurarak üyelerle toplantılar düzenlemekte ve somut talepleri ortaklaştırmaya çalışmaktadır. Taciz, şiddet, mobbing ve iş güvenliği gibi başlıklar kadın işçilerin öncelikli gündemini oluştururken; hamilelikte koruyucu önlemler, regl döneminde ek izinler, ağır kaldırmanın yasaklanması ve eksik personelin tamamlanması gibi somut talepler öne çıkmaktadır. Sosyal-İş’in, her ne kadar şu an mağaza ve marketlerde toplu iş sözleşmesi bulunmasa da kadın işçilerin sorunlarını dayanışma temelinde sahiplenmekte ve tek bir üye için bile harekete geçmeyi ilke edinmektedir.
Sendika, bu süreçte kadın işçilerin örgütlü gücünü artırarak taleplerini görünür kılmayı ve patronlara karşı bir mücadele hattı örmeyi hedeflemektedir. Kadınların yoğunlukta çalıştığı bu sektörde yaşanan sorunların özgünlüğüne dikkat çeken Sosyal-İş Kadın Komisyonu’nun yanı sıra mağaza-market işçilerine özel bir örgütlenme alanı yaratma ihtiyacına da işaret etmektedir. Böylece kadınların işyerinde maruz kaldığı eşitsizliklere, sağlık sorunlarına ve şiddete karşı mücadele hem toplumsal cinsiyet perspektifiyle hem de işçi sınıfının ortak çıkarları doğrultusunda yürütülmektedir.
* Kadın işçilerin isimleri değiştirilmiştir.
Ana Fotoğraf: uidder.org