Kamu Toplu Sözleşmeleri’nde kadınlar yine yok

600 bini aşkın çalışanı ilgilendiren kamu toplu sözleşmelerinin üçüncü toplantısı da yapıldı. Kadın işçilerin talepleri Hak-İş ve Türk-İş’in sunduğu ortak teklife hiçbir şekilde yansıtılmadı.  İki hastane çalışanı, Sağlık-İş Sendikası İstanbul Şube Başkanı Nedime Mutlu Yıldırım ve Gaziantep milletvekili Sevda Karaca ile konuştuk.
Paylaş:
Pınar Erol
Pınar Erol
erol_pinar@hotmail.com

600 bini aşkın kamu işçisini ilgilendiren kamu toplu sözleşme çerçeve protokolü için Hak-İş ve Türk-İş konfederasyonları ortak tekliflerini Şubat ayında sundu, aylar geçti ama müzakerede hiçbir gelişme yaşanmadı.  16 Mayıs Cuma günü üçüncüsü gerçekleştirilen toplantılarda kamu işveren tarafı, hükümet, henüz teklife bir karşılık bile vermedi. 

Süreci bu kapsama giren hastane çalışanı iki kadın işçiyle konuştuk. Sorunları, talepleri neler, sözleşme sürecini takip ediyorlar mı, kadın işçiler olarak talepleri sunulan teklife yansıdı mı, sendikalar tarafından sahipleniliyor mu? 

Zeynep ve Betül* İstanbul’daki büyük bir şehir hastanesinde çalışan iki kadın işçi. 

Zeynep* danışma elemanı. Yaklaşık 12 senedir bu hastanede çalışıyor. Daha önce taşerondaymış ve 2018 yılı itibarı ile sürekli işçi olarak hastanede devam etmiş. Yani işçiler arasındaki “KHK’dan kadroya geçmiş” olarak anılan gruptan.

TİS sürecinde neler yaşandığını ilk olarak ona soruyoruz. Şöyle anlatıyor: 

“Hak-İş’in kendi paylaşımları var. Her dönemde aynı şeyler vaat ediliyor ama hiçbir şekilde olumlu gelişmeler elde edilemiyor.” 

Sendikaya ikiz gebelikteki haklarını sordu, sekiz yıldır yanıt alamadı!

Zeynep taşerondan kadrolu işçiliğe geçtiğinde Hak-İş’e bağlı sendikaya üye olmuş. 

“Ben Hak-İş’liydim. Çünkü tek sendika istediler ve devlet yanlısı bir sendika olduğu için de hiçbir sorunumuza bir çözüm bulamadılar,” diyor. Ve bununla ilgili olarak “en komik” dediği şu örneği anlatıyor:

“Geçiş yapmadan önce hamileydim, ikiz gebelik yaptım. Ven ben çoğul gebeliklerde hangi hakların olacağına, bu geçişten sonra neler olabileceğine dair daha hamileyken soru sordum. Yedi yaşına geldiler, halen bir cevap yok. Hiçbir sendika yetkilisine ulaşamıyoruz. Ulaşsak da daha üst perdeden konuşuyorlar, tehditvari konuşuyorlar.” 

Bu sebeplerle bir yıl önce DİSK’e bağlı sendikaya geçmiş. Hastanede bu sendika da faal, örgütlenme yapıyor. Ancak halen Hak-İş’e bağlı sendika yetkili. 

Zeynep hastanelerde çalışan kadın işçiler olarak çözülmesini bekledikleri birçok sorun ve talepleri olduğunu aktarıyor. 

“Anne olarak süt izinleri ya da doğum sonrası izinler. Ya da daha makul yerlerde çalışma gibi. Bankolarda olduğumuz için bir tık daha rahat çalışabiliyoruz. Ama temizlik personelimiz daha ağır işlerde çalışıyorlar. Bu konularla ilgili danıştığımızda ya da talepte bulunduğumuzda “Döneceğiz biz size” deniyor. Hak-İş için söylüyorum bunu, sadece bu oluyor. Zaten hastane yönetimiyle randevusuz görüşemiyoruz. Orada da sadece dinlenip gönderiliyoruz.” 

Kadın işçiler çok kez basit hak arayışlarında bile yalnız. Zeynep zaman zaman dilekçe yazarak sorunlarının çözümü için çabaladıklarını ama şu andaki işleyişte ancak müdürlerin onayladığı dilekçelerin evraktan geçirilebildiğini de vurguluyor. 

“Bankolar daha yukarıda olmalı”

Hastanelerde danışma elemanları bir günde yüzlerce insanla temas kurarak çalışıyor. İş sağlığı ve iş güvenliği konusunda kadın çalışanların sorunları ve taleplerinin neler olduğunu sorduğumuzda aldığımız yanıt çalışırken oturdukları bankoların nasıl düzenlenmesi gerektiğine ilişkin oluyor. Zeynep anlatıyor: 

“Bankolarımızı alçak, daha üstte, daha yukarıda olan bankolar istiyoruz. Yani hasta yakınlarının erişemeyeceği boyutta ya da daha korunaklı olmasını istiyoruz. Herhangi bir kavgada ya da müdahale esnasında çok rahatlıkla ulaşabiliyorlar bizlere. Hasta yoğunluğu olan yerlerde kadın çalışanların biraz daha geri planda olmasını istiyoruz. Çünkü kadın olduğumuz için çok fazla saldırıya, hakarete her şeye maruz kalabiliyoruz. Bunu çok fazla talep ettik ama bir düzelme olmadı.”

Bir diğer önemli talep ise atamalar konusundaki hak eşitsizliklerinin giderilmesi. 

Daimi işçiler arasında KHK’dan geçmiş olanlar dışında bir de yakın zamanlarda İŞKUR üzerinden işe alınanlardan oluşan grup var. Kendisi KHK’dan kadroya geçmiş işçilerden olan Zeynep aktarıyor: 

“Atama konusunda hak farklılığımız var. Yani bizlerin atanma gibi bir ihtimalimiz yok. Bunu her toplu sözleşmede talep ediyoruz. Ama talebimiz her defasında olumsuz karşılanıyor. İŞKUR’dan gelen arkadaşlarımız iki yıllarını doldurduktan sonra puanları yettiği durumda başka hastanelere atanma şansları oluyor. Ya da eğitim atamaları hakkı da kazanabiliyorlar ama bizim böyle bir durumumuz yok. Şehir dışı için ise becayiş kabul ediyorlar o da özellikle son yıllarda İstanbul’a kimse gelmediği için bizler için çok zor oluyor. İŞKUR’dan gelenlerin tecil numaraları var, bizlerde yok.”

Kadın işçilerin bir önemli talebi de kreş elbette. Hastanede daha önce bir kreş varmış ama kapatılmış. Zeynep de iki oğlunu hastanenin kreşi olduğu dönemde bu kreşe göndermiş ve yaşanan sorunların tanığı. Şöyle anlatıyor: 

“Benim iki oğlum var, ikisini de bir süre ben bu kreşe gönderdim. Ama birisi otizmliydi ve oraya uyumlu değildi. Diğerini de kardeşi otizmli olduğu için sürekli yaftaladılar.  Oysa onda hiçbir şekilde aynı problem yoktu, sadece kıskanç bir ikiz kardeşti. Bu yüzden onu da oradan yani resmen gönderdiler. Başka bir arkadaşa da aynı şeyi yaptıkları için o da çocuğunu kreşten aldı ve dava açtı. Dava sonucunda kreş kapatıldı.” 

Milli Eğitim’in atadığı öğretmenlerin olduğu kreşler olmalı

Zeynep kreş hakkının her zaman için çok önemli olduğunu anlatıyor ama kreşlerde de asgari şartların sağlanması gerektiğinin altını çiziyor:

“Tabii kreş istiyoruz. Okullar en fazla üçe kadar devam ediyor ve biz beşe kadar çalışıyoruz. En azından okul sonrasında çocuklarımızı bırakabileceğimiz daha rahat bir alan istiyoruz. Ama Milli Eğitim’in atadığı yani hastane personeli değil de devletin atadığı bir öğretmen eşliğinde kreşe göndermek istiyoruz.”

Aynı işi yapan işçiler ve memurlar arasında ayrım

Hastanelerde danışma elemanı olarak çalışan işçilerin bir diğer önemli talebi ise kendileri ile aynı işi yapan ama memur statüsünde çalışan çalışma arkadaşları ile aralarında var olan büyük hak farklılıklarının giderilmesi. Zeynep aktarıyor: 

“Yeni dönemde 2-3 yıl önce tıbbi sekreterler atandı. Memur olarak atandılar. Ve onlar tarafından da KHK’lılar çok fazla geri plana atıldı. Aynı işi yapıyoruz ama maaş farkları çok fazla. Onların zaten birçok sosyal hakları da var. Biz ise bunların hiçbirinden yararlanmıyoruz. Bu da bizim çok canımızı sıkıyor. Ben hiçbirine haksız demiyorum, bu atamayı yapan devlet sonuçta. Ama aradaki fark, haksızlık çok büyük boyutta. Bunu da biz toplu iş sözleşmesinde çok dile getiriyoruz. Ama bizi temsil eden sendika baskın bir sendika olmadığı için taleplerimiz iletilemiyor.”

Zeynep bize hastanede çalışan bir diğer önemli kadın işçi grubu olan ve hem klinik destek hem temizlik işlerinde çalıştırılanla ilgili bilgiler de veriyor. İş yükünün fazlalığı ve ihtiyaç olan her yerde çalıştırılma gibi sorunları olduğunu aktarıyor. İş kıyafeti konusunda da sorunlar olmuş. Klinik destek/temizlik grubu için iş kıyafetlerinde son olarak açık kahverengi rengin belirlendiğini ama tesettürlü olan veya yaş almış kadın işçiler için yapılan seçimlerin çok sorunlu olabildiğini ama kadın işçilere bu konularda söz hakkı tanınmadığını aktarıyor. Bu gruptan bir kadın işçiyle de konuşacağız. Kimle konuşalım diye sorduğumuzda “yüzlerinden anlarsınız zaten” diyor. 

Hastanenin Acil bölümüne geçip önümüze çıkan temizlik yapan ilk kadın işçiyle konuşuyoruz. Betül hem klinik destek hem de temizlik işleri yapan işçi grubundan. Pandemi dönemindeki alımla işe girmiş ve o günden bu yana bu hastanede çalışıyor. 16 ve 13 yaşlarında iki oğlu var. 

Ona da devam eden kamu toplu sözleşme sürecini takip edip etmediğini soruyoruz öncelikle:

“Az çok biliyoruz, az çok takip ediyoruz” diye yanıt veriyor. 

Ama sunulan taslağa taleplerinin yansıdığını, gerekenin yapıldığını düşünmüyor. 

“İşçi bence hiçbir şekilde hakkını almıyor. Bir kere bize en başta bir vergiye tabii ediyorlar. Her ay maaşlarımızdan yüklü miktarlar kesiliyor. Aldığımız maaştan hiçbir şey anlamıyoruz. Gereken şeyleri biz sendikaya söylüyoruz ama sendikanın çok pasif olduğunu düşünüyoruz. Yetkili sendika bence çok yetersiz. Hiçbir şekilde memnun değiliz. Ben bu durumdan sendikayı sorumlu tutuyorum açıkçası. Her zaman bir şey söylediğimizde sendika buna bir güzel kılıf uyduruyor. Üstünü örtebiliyor.” 

Mesai ücretlerinin yatırılmaması da Betül’ün bahsettiği sorunlardan biri: “Devletin bütçesinde para yok diyorlar, mesela bu ay mesailerimizi yatırmadılar, yatırmayacaklar. Sürekli böyle bordrolarımız değişiyor, dün bordro çıkmıştı bugün bordromuz değişti. Farklı bir şekilde, mesailerimizi düşürmüşler. İşçiler olarak bu konuda çok mağduruz. Şu anda neredeyse asgari ücrete kadar düştük. Çalışma şartlarımıza göre çok düşük.”

 Sadece temizlik işi yapmadıklarını anlatıyor: 

“Hastanemizde temizlik klinik ayrımı yok. Hepimiz her işi yapıyoruz. Temizlik işini de yapıyoruz, klinik destek işini de yapıyoruz.”

Toplu sözleşme masasında gündeme gelmesini istedikleri taleplerini şöyle sıralıyor:

“Bazı haklar, örneğin çalışma saatleri çok uzun.45 saat 40 saate düşürülsün talebi var. Doğum izinleri, ölüm izinleri mesela anne baba ve çocuk dışında bir yakınınızın ölümünde ölüm izni yok. Bunları talep ediyoruz”. 

İşin yorucu, ağır olduğunu aktarıyor. Personel yetersizliği olduğunu. “Alımlar olacak dediler, bakalım bekliyoruz alımları da” diyor. 

Peki hem temizlik, hem klinik destek olmasının getirdiği zorluklar var mı? Şöyle yanıtlıyor: 

“Var tabii ki de. Şimdi mesela diyelim ben burada paspas atıyorum. Burayı bırakacağım mesela, hasta fenalaşmış, hastaya müdahale edeceğiz. Yani doktor hemşire müdahale ederken biz de orada onların yanında olmak zorundayız. İşte hastayı çeviriyoruz, pozisyonunu veriyoruz. Yer pisleniyor, yeri temizliyorsun. Normalde bunlar klinik destek ayrı olduğu zaman klinik desteğin görevleri ve temizlik personeli buradaki işini bırakıp gidip yapmaz. Ama sayı yetersizliğinden dolayı temizlik ile klinik desteği ayıramıyoruz diyorlar. Ayrı olsa tabi ki de daha iyi olur.” 

Betül’ün hastanede altıncı yılı. Daha önce bir temizlik şirketinde çalışmış. Ondan önce servis hostesliği yapmış yedi-sekiz yıl. “İlk mesleğimi soruyorsanız, ilk mesleğim de modelistlikti. Pandemi zamanı Sağlık Bakanlığının bir alımı vardı, İŞKUR üzerinden başvuru yaptık, kurada çıktım, mülakatlara girdim, bu şekilde oldu.” diye anlatıyor. Modelistlik mi bu mu diye sorduğumuzda şimdiki işini seçiyor. Ağır iş olduğunu ama insanlara yardım etmeyi önemsediğini, işini sevdiğini aktarıyor. 

Betül de ilk hastaneye girdiğinden itibaren ve yakın zamana kadar Hak-İş’e bağlı sağlık işkolu sendikasındaymış. İstifa ederek DİSK’e bağlı olan sendikaya geçmiş. Toplu sözleşmeden faydalanabilmek için bir sendikaya üye olunması gerektiğini, o yüzden de farklı bir sendikaya geçtiğini ifade ediyor. 

“Kadın emeği yıllardır değersizleştiriliyor”

Emeğin Partisi (EMEP) Gaziantep milletvekili Sevda Karaca toplu iş sözleşmelerinde kadın kamu işçilerin taleplerinin yer almamasını Meclis’te yaptığı bir basın açıklaması ile gündeme getirmişti. Bu durumun neden böyle yaşandığını Sevda Karaca’ya daha detaylı sorduk. Bize şunları söyledi: 

“Kamu Çerçeve Protokolü’nde kadın işçilerin talepleri yok çünkü bu protokol işçilerin değil, işverenlerin masasında şekilleniyor. Kadın işçilerin taleplerinin yer almaması tesadüf değil, bu sistemin tercihidir. Kadın emeği yıllardır görünmeyen, değersizleştirilen, esnekleştirilen bir emek biçimi olarak örgütlü erkek egemen sendikal zihniyet tarafından da, sermaye tarafından da sistematik biçimde bastırılıyor. Bu baskının sonucu olarak, kadınların gerçek gündemleri müzakere masasına dahi gelmiyor.”

Karaca kadın işçilerin insanüstü koşullarda çalıştığını aktarıyor ve şunları söylüyor: “Vardiyalı, güvencesiz, düşük ücretli işlerde; temizlikte, bakımda, sosyal hizmetlerde, taşeron sisteminde. Bu gerçeklik sözleşmelere yansımadığı sürece, orada ne adaletten ne eşitlikten söz edilebilir. Bu protokolde kadınlar yok çünkü düzenin kendisi kadın emeğini ikinci plana atıyor. Sendikalar ise bu eşitsizliğe müdahale etmek yerine sessiz kalıyor.”

Türk-İş ve Hak-İş bünyesindeki sendikalar üzerinden kadın işçi talepleri geldi ama oluşturulan taslağa mı yansımadı? Karaca’ya bunu da sorduk. 

“Evet, sınırlı da olsa bazı bağlı sendikalarda kadın işçiler taleplerini dillendirdi. Özellikle büyükşehir belediyelerinde örgütlü Genel-İş, bazı işkollarında Belediye-İş ve tekstil gibi kadın yoğun sektörlerde Teksif gibi sendikaların kadın üyeleri; regl izni, kreş hakkı, eşit işe eşit ücret gibi temel taleplerin TİS’e girmesi için girişimlerde bulundu. Ama bu talepler üst yönetim düzeyinde görünmez kılındı,” diye yanıtladı.  

Sendikal yapılar erkek egemen bürokratik anlayışla yönetiliyor

Bunun nedenini ise şöyle görüyor: “Çünkü bu sendikal yapılar kadın işçileri bir “ek kategori” gibi gören, cinsiyet körü, erkek egemen bürokratik bir anlayışla yönetiliyor. Kadın komisyonları var ama karar mekanizmalarında yerleri yok. TİS taslakları hazırlanırken kadınlardan görüş alınmıyor. Bu nedenle kadın işçilerin talepleri “ek madde” olarak görülüyor, oysa bu talepler işçi sınıfının yaşamsal talepleridir.”

Karaca’ya göre bu eşitsiz sömürü düzenine karşı kadınlar kendi sözünü kendisi kurmalı.

Karaca kadınların kamu işçileri içindeki oranının %15-20 arasında olduğunu ancak kadın işçilerin niteliksel olarak kamu hizmetinin yükünü taşıyan kesin olduğunu aktarıyor. 

“Kadınlar en ağır ve görünmeyen işlerde, yani temizlik, yemek, bakım, sosyal hizmet gibi alanlarda yoğunlaşmıştır. Mesela bir hastaneyi ayakta tutan temizlik işçisi kadındır. Bir belediyede kreşi yöneten, yaşlıya bakım veren kadındır. Ama bu kadınlar “ana iş” değil, “yardımcı iş” sayılarak taşerona mahkûm edilir. Hem düşük ücret alırlar hem de güvencesizlikle karşı karşıyadırlar. Bu nedenle kamu TİS sürecinde kadınların oransal ağırlığından çok, *sınıfsal pozisyonlarına ve emeklerinin niteliğine* bakmak gerekir. Ve bu pozisyon doğrudan cinsiyet temelli sömürünün merkezindedir,” diyor. 

Kadın işçilerin en yakıcı sorunlarını ise şöyle sıralıyor:

İşyerinde emeği sömürülürken, evde karşılıksız bakım emeğini de yüklenmenin çifte yükünün yıpratıcılığı, kalıcı bir istihdamın parçası olamamak, emeklilik haklarının gaspı 

Şiddet ve taciz: Özellikle taşeron sisteminde şikâyet mekanizmalarının olmaması.

Erkek egemen sendikal yapılar: Sendikalar kadın işçileri temsil etmiyor, çoğu zaman susturuyor.

Güvencesizlik ve düşük ücret: Kadınların yoğunlaştığı işler genelde en düşük ücretli işler.

Politik temsiliyet eksikliği: Kadınlar mücadele ediyor ama karar mekanizmalarında sözleri yok.

Karaca bu sorunların TİS içinde “sosyal haklar” bölümünde sembolik olarak yer alması değil, ana metin içinde sistematik biçimde ele alınması gerektiğinin altını çiziyor. 

Sevda Karaca’nın ileri sürdüğü talepler:
*Regl izni: Aylık bir gün ücretli regl izni, kadının bedensel haklarına saygının ve sağlık hakkının tanınmasıdır.
*Kreş hakkı: 50 kadın değil, 50 işçi şartı getirilmeli. Kreş her işyerinde olmalı. Çünkü çocuk bakımı yalnızca kadınların değil, toplumsal hayatın sorumluluğudur.
*Şiddete karşı işyeri güvenliği: Tacize, mobbinge, psikolojik şiddete karşı caydırıcı maddeler sözleşmelere girmeli. Soruşturma sürecinde beyan esas alınmalı. 
*Eşit işe eşit ücret: Kadınlar, aynı işi yapan erkeklerden daha düşük ücret alıyor. Bu açık bir cinsiyet temelli ayrımcılıktır ve anayasa güvencesine rağmen fiilen sürüyor.
*Esnek çalışmanın kadınlar üzerinden yaygınlaştırılmasına karşı maddeler: Evden çalışmanın teşviki, yarı zamanlı istihdam gibi uygulamalar kadının istihdamını kalıcı olarak güvencesizleştiriyor.
*8 Mart resmi tatil olmalı ve bunun TİS’te tanınması kadın işçilerin tarihsel mücadelesine saygının gereğidir.
*ILO 190 ve İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması: Bunlar sadece uluslararası belgeler değil, toplu sözleşmelerde pratik karşılık bulması gereken güvencelerdir.
“Bu talepler masaya konmuyorsa, o masa erkek egemen sermaye düzeninin masasından ibarettir” diyor Gaziantep milletvekili Sevda Karaca.

Sevda Karaca bu konuda son olarak şunları söylüyor: 

“Tüm bu tartışmaları kamu işçisi kadınlarla tartıştık, bu tartışmalardan biriktirdiğimiz değerlendirmeleri Meclis’te gündem ettik, kadın işçilerle birlikte sokakta da söylemeye devam edeceğiz: Bu protokol kadınları yok sayıyor. Sözleşmede kadınların adı yok ama bu düzenin yükü onların sırtında. Sözleşmelerde kadının adı olmayacaksa, kamu işçisi kadınlar kendi sözleşmesini, kendi örgütlülüğü ile dayatmak zorunda. Kadın işçilerin sesi bu ülkenin her yerinde yükselecek: Fabrikada, hastanede, belediyede, Meclis’te…”

Kadın işçilerin talepleri göz ardı ediliyor

Şubat ayında Sağlık-İş Sendikası İstanbul Şube Başkanı Nedime Mutlu Yıldırım ile yaptığımız röportajda bize sağlık ve sosyal hizmet çalışanı kadın işçiler için hangi talepleri kamu toplu sözleşme çerçeve protokolünde gündeme getirilmesi için konfederasyonları Türk-İş’e ilettiklerini aktarmıştı. İlettikleri taleplerin iki konfederasyonun ortak teklifine yansımadığı, gündeme getirilmediği ortaya çıktı. Bu durumu tekrar Yıldırım’a sorduk. Şöyle anlattı: 

“Bizler sağlık işçisi kadınlar olarak, sahada en çok zorluklar yaşadığımız konular üzerinden taleplerimizi ilettik. Sağlık işçisi kadınlar işçilerden aldığımız taleplerin başında sağlık çalışanı memur kadın arkadaşlar ile aynı koşullarda, aynı iş yapmamıza rağmen, sırf işçi olduğumuz için doğum sonrası ve emzirme dönemlerimizde farklı uygulamaya tabi tutuluyoruz. Bizler işçi olduğumuz için çocuklarımız da işçi mağduriyeti yaşıyor. Zira doğum sonrası ücretli izin ve ücretsiz izin sürelerimiz bile farklı. Memurların emzirme süreleri bile farklı. Bu anlamda eşitlik istiyoruz. Talebimiz doğum sonrası 3 saatlik süt izin hakkı. 

Kadın işçilerin doğum sonrası izinlerinin memur kadın arkadaşlar ile aynı sürelere çekilmesi, çalışma saatlerinin haftada 40 saate düşürülmesi, 24 saatlik işyeri kreşleri ve 8 Mart’ta ücretli izin hakkı.

Bu yıl kamu çerçeve de bunları göremedik. Çok da şaşırmadık, sağlık ve sosyal hizmet sektöründe esas işleyişi sağlayan ve çalışan kadın işçi ve memur arkadaşlar olmamıza rağmen bizim taleplerimiz maalesef göz ardı ediliyor.”

* Hastane çalışanı kadınların isimlerini talepleri doğrultusunda değiştirerek kullandık.

Paylaş:

Benzer İçerikler

İktidar, son yıllarda “tasarruf” bahanesiyle kamu kreşlerinin büyük çoğunluğunu kapattı. Buna karşı büyük bir itiraz ve tepki yükselince, yeni bir uygulama gündeme geldi: bazı mahallelerde bir ev seçilip kreşe çevrildi, o evin sahibi sadece beş günlük bir bakıcı eğitiminin adından “komşu anne” oluverdi. Peki, Aile Bakanlığı’nın görevlendirdiği bu komşu dadıların evinde çocukların bakımı ne kadar sağlıklı? “Komşu Anne” sistemini sendikacılarla konuştuk
Metal iş kolu sendikaları ile MESS arasında başlayan TİS görüşmelerine dair Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi Ezgi ve Çiğdem ile konuştuk. “Bizim sektörde kadınların robot misali çalışması isteniyor” diyen işçiler TİS’e dair taleplerini anlattı
Kazdağları’nın eteklerinde bir bağda, gece yapılan bir bağbozumuna katıldım. Gece üzüm keserek başladık, üzümün sapını çöpünü ayırdık. Birkaç ay sonra şarap olacak üzümlerin şekeriyle ellerimizi yıkadık.
Kamu emekçilerinin hükümetin zam teklifine karşı İstanbul Kadıköy’deki eyleminde konuştuğumuz kadınlar emeklerinin değersizleştirildiğini, geçinemediklerini belirterek tepkilerini dile getirdiler. İşyerlerinde yaşanan toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılıkların da giderilmesi gerektiğine vurgu yapan kadın çalışanlar, sendikaların ortak eylem yapmasını olumlu buluyorlar.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!